-
Derin ve Sürekli Bir Sızı
Kalemimim namlusu hala seni gösterse de, bu mazinin itibarıdır, sen üstüne alınma.. Ya hava soğuktu, ya gidişin, ya kalışım, ya çırpınışım, karmaşıklığım… Vardı bir yerde bir yanılgı, bulunsa da hep inkar edilecek. Üstesinden gelinmesi umulan çaresizliklerle sarmaş dolaş, adı konamayan bir tutam duyguya esir, eylem hazırlığı yaparken bir devrime yenik, yine bedbah, yine düşünceli, yine yalnız ben.. Ayağa kalkabilme ihtimalimi bir çırpıda devirirken, düşünüyorum; kederimi soylu kılmak değil derdim ama ne kadarlıktı ki adım, hafızana ağırlık yaptım? Cümlelerin buğusuna yazdığım kederleri bir Ağustos vakti, “elbet birgün buluşacağız” bestesiyle kandırılmış, suçlu, ezik ve artık saçmasapan hayallerle yoğurmaktan yoruldum. Umurumdan taşsın istediğim, içimde tuttuğum kamyon yükü “neyse”lerim, ne yapsam başa çıkamadığım “keşke”lerim,…
-
..bu son
Senin o güzel kalbini çepeçevre sarmış suçluluklarımla bir sabah güneşinde daha görmek .. Her gün sana yeni sonsuzluklar yükleyerek yeniden bağlanıp hiçbir kıvılcımını örtemeyen kırmızı perdelerın arkasına saklanmak .. her bir sabahin ilk nefesinde göğsümdeki ilaçsızlığın darplarını suçsuz durgunluğuna yaslamak .. hiçbir zaman içinde olmayan olmayacak bir yanyana gelişin rastgelebilecek oltalarında zayi olmak
-
Yazmayacağım . . .
Bu değildi hakedişim seni, hayatı hakedişimdi sensizlik, seni yok edişimdi umut… Gördüğüm ilk gün sevdim seni kendimce, öylesine… Ecel kadar acımasızdı, kendim kadar yalan! Sonra mı? .. Sonrasını yazmayacağım!
-
Ne tuhaf..
Bir yürek üşümüş, kapatmış kepenkleri, açması da zor artık, tedavisi de… Zamanın dili hala çözülmemişken, uydurduğum yalancı bir geleceğe yüz süremeden, henüz çok safken pazarlıklarım, erken büyümenin arifesinde tutuklu kaldım. Acıyordu kalp, anlamıyordum. Oysa gözyaşları ortadayken, uluorta pişmanlıklar eşliğinde bu aşk fazlaydı sana… Şimdilerde tecrübeyle sabit, ama sen bilmiyorsun ne tuhaf…
-
Biriken Gidiş ..
Gitme sırası kalbine geldiğinde alır kalemi susa susa yazarsın, dert bu ya söyletir… Herhangi bir gecenin koynunda suyla ihanete uğramış bir kadeh rakı varsa, nefretle aşkı meze yapıp yuvarladınmı dibine, ”Gel keyfim gel” diye bir şarkı düşmez insanın diline… ”Hiç bir yara hiç bir zaman tam olarak iyileşmez” derken haybeye konuşmamış Yılmaz Abi… Sen kalbimden geçtin, sırtımı parçalayıp çıkan kurşun misali… Sen bana benimle ihanet ettin!
-
. . b u g ü n
Seyreliyor yüzümün nuru. Yersiz yurtsuz kelimelere dökülmeyen, aşktan daha kırmızı, acıdan daha kara, kendimden daha yoksun bir yoksulluk bu. Gelmeyin üstüme, bensizim bugün.. “Düşmek” kelimesinin yürekçe karşılığını düşünürken, pişman kadehlere talip, çocukluğuma hasret, gecelerce bıkkın bir halde, düşlerimden düştüm, düşünmeden. Ha dizim, ha sen… Sensizim bugün… Gelip geçmeyen esmelere müptela ben, şarkılar yalan yine, caddeler ıssız, yağmur desen gözyaşı kırmızısı yüzümde. Hüzünlü kokusuna sessiz bakarken bu çerçevede; pervazına yandığım, başımı sana yaslasam… Beterim bugün…
-
Keşke…
Silüetin dağılır bir an anlamını yitiren zamanlar gibi… Geriye ne kalır bilinmez, kimse bakmaya yeltenemez, o kadar pervasız değildir hiç kimse! Bütün bunları unutmak lazımdır belkide, hatırlamak için gelecek zamanlı cümlelerde… Zamanla hatırlansın diye koymaz mıyız zaten platonik fotoğrafları cüzdanın baş köşesine… Şiir de bu yüzden yazılmaz mı? Unutulan şeyleri hatırlamak için yani, geride bırakılan ekmek ufağı gibi, ya da yetmişlik rakıya meze misali… Bir şiir akılda ne kadar kalır bilinmez… Sabah ayıldığında unutursun, ya da unuttuğun gün ayılırsın, mazbut kelimelerle tanışık değilse yüreğin…